Çok
hücreli organizmalar için hücreler arası iletişim hayati öneme sahiptir.
Milyarlarca hücrenin etkinliklerini eşgüdümlü yapabilmeleri için haberleşmeleri
gerekir. Zigottan itibaren canlının yaşamı boyunca devam eden bu iletişim, evrensel bazı
denetim mekanizmaları ile sağlanır.
Hücreler, birbirleriyle konuştuklarına (iletişim) göre, ne konuşur, nasıl konuşur?
Hücrenin yüzeyine gelen fiziksel ya da kimyasal bir sinyal, bir dizi sinyal
aktarım yolunu kullanarak özgül bir cevaba dönüşür. Hücresel haberleşme, çok
hücrelilerle beraber prokaryotlarda da gözlenir. Örneğin: Toprakta yaşayan bir
bakteri türü (Myxobacteria) besin krizi durumunda bir kimyasal molekül ile
diğer hücreleri uyarır. Uyarıyı alan hücreler, kümeleşerek ortam şartları düzelene
kadar kalın çeperli sporlar oluştururlar.
Hücreler, yakınındaki ya da en uzaktaki hücreler ile haberleşebilirler. Lokal
düzenleyiciler denilen kimyasal moleküller (Örneğin: büyüme faktörleri ve
nörotransmitter maddeler) en yakındaki hücrelere mesaj iletisi sağlar. Hayvan
ve bitkilerde hormon adı verilen kimyasal sinyaller kan yoluyla (bitkilerde iletim
dokuyla) uzak mesafelere taşınarak, hedef hücrelere bilgi iletirler. Ayrıca
hücreler birbirleriyle doğrudan iletişimle hücrelerin sitoplazmaları arasında
bağlantı kurulur. Örneğin: Bitkilerde plazmadezmatalar ve hayvan
hücrelerindeki ara bağlantılar, sitozoldeki çözünen moleküllerin bir hücreden
diğerine aktarımını sağlayan köprülerdir.
Hücresel
haberleşmenin üç aşaması vardır; sinyal alma, sinyal iletimi ve cevap.
Sinyal Alma
Kimyasal
bir sinyal, genelde hücre yüzeyindeki bir reseptörle bağlanır ve onun biçim
değişmesine neden olur. Sinyal molekülünün biçimiyle, bağlandığı reseptör
bağlantı kısmı uygunluk oluşturur. Sinyal molekülü ligand gibi (yani büyük moleküle
özgül olarak bağlanan küçük molekül) bağlanır. Bu bağlanma reseptör üzerinde
şekil değişikliği ya da bazen diğer reseptörlerin bir araya gelmesini sağlar.
Hücre
zarında üç tip reseptör bulunmaktadır. Bunlar G-proteine bağlı reseptörler,
tirozin-kinaz reseptörleri ve iyon-kanalı reseptörleri plazma zarında bulunur.
1)
G-proteinleri'nin bir çok çeşidi olmakla beraber yapısı genelde benzerdir. Zarı
kateden (çevreleyen) 7 tane alfa helix polipeptit yapı, yapının sitozol
tarafından G proteinle etkileşen kısım ve zarın dış yüzünde ise sinyale
bağlanma bölgesi bulunur. Sinyal molekül G-proteine bağlı reseptörün hücre
dışındaki yüzeyine bağlandığı zaman, reseptör şekil değişimiyle aktive olur ve
G-proteine bağlanır. Bu durumda (G proteini üzerinde GTP'nin ------> GDP'ye
dönüşümüyle) G proteini de aktive olur. Aktive G proteini genelde enzim olan bir
başka proteinin aktive olmasını tetikler ve bu şekilde sinyal yolu akışı devam
eder.
Bazı
patojen bakteriler, G-protein işlevini aksatan toksinler üreterek kolera,
boğmaca ve botulizm gibi hastalıklara neden olurlar. Bir G proteinden yoksun
farelerde, kan damarlarının gelişmediği ve anne karnında öldüğü tespit
edilmiştir. İnsanlarda görme, koklama gibi olaylarda G proteini iş görür.
2)
Protein-kinaz proteinleri, inaktif halde zar üzerinde ayrı ayrı polipeptitler
halinde olup dış kısmında reseptör bağlanma bölgesi ve sitozol tarafından ise
enzim olarak iş gören tirozin kinaz bulunur. Sinyal molekül reseptöre bağlandığında,
iki uygun polipeptit bir araya gelerek bir dimer oluşturur. Aktive olan protein
kinaz proteini, diğer proteinlerin tirozin kısmını fosforile ederek (bu
fosfatın kaynağı ATP'dir) sinyal yolu akışı sağlanır. Bu proteinin
diğerlerinden farkı, aynı anda birden fazla sinyal aktarım yolunu tetikleme yeteneğidir.
3)
İyon kanalı reseptörleri ise, kimyasal sinyale cevap olarak açılıp-kapanan,
plazma zarında yer alan ve proteinlerle çevrili porlardır. Sinyal molekül kanal
proteinin reseptör kısmına bağlandığında onda bir biçim değişikliği oluşturur
ve açılan kanaldan iyon geçişi olur. Örneğin; Nörotransmiter madde sinapstan
nörona geçerek bir kimyasal sinyal başlatması.
Sinyal
reseptörlerin tamamı hücre zarında bulunmaz. Bazıları sitozolde ya da çekirdek
içinde bulunur. Bunlara hücre içi reseptörleri denir. Steroid hormonlar ile
troid hormonları hidrofobik yapısı nedeniyle zardan sitozole geçerek kendi
reseptörüne bağlanır.
Sinyal İletim Yolları
Hücre
zarındaki reseptörlere uygun bir sinyal molekül bağlanmasıyla başlayan sinyal
iletim zinciri, bir cevap oluşana dek devam eder. Domino taşlarının devrilmesi
gibi, bir protein diğerini, o diğerini ...... bu şekilde ileti proteinlerdeki konformasyonel
değişiklik ve fosforilasyon şeklinde ilerler.
Proteinlerin
fosforilasyonu, protein aktivitesini düzenleyen temel mekanizmalardan biridir.
ATP'den bir fosfat kopararak proteine ekleyen enzim protein kinazdır. Protein
kinazlar, sinyal iletimini sağlayan fosforilasyon şelaleleri oluşturur. Genelde
proteine fosfat katılması, inaktif formdan aktif forma geçiştir. Çok büyük bir
aile olan protein kinazlar, her biri bir substrata özel olup genlerin %1'i bu
proteinlerin üretiminden sorumlu olduğu tahmin ediliyor.
Protein
kinazların etkileri, hücrede protein fosfatazlar tarafından geriye
döndürülmektedir. Protein fosfataz ve protein kinaz arasındaki denge,
fosforilasyonla düzenlenen protein aktivitesini tayin eder. Not: Sinyal aktarım
yolundaki bütün bileşenler protein değildir.
Siklin
AMP (cAMP), kalsiyum (Ca+2) ve inositol trifosfat (IP3) gibi molekül ve iyonlar,
sinyal iletiminde görev alan ikincil mesajcılardır. Bu moleküller küçük ve suda
çözünür olması, tüm hücreye kolayca difüze olmalarına olanak verir. İkincil mesajcı moleküller, hem G-proteine bağlı proteinler, hem de tirozin-kinaz
reseptörlerince başlatılan sinyal iletim yolunda görev alırlar.
Plazma
zarı içine yerleşmiş adenilat siklaz, hücre dışı sinyale cevap olarak ATP'yi
------> cAMP'a dönüştürür. Sinyal olmaması durumunda ise, başka bir enzim
cAMP'ı inaktif AMP'ye çevirir. cAMP'ın ilk etkisi, protein kinaz adı verilen
serin treonin kinazın aktivasyonudur. Aktive olan kinaz, sonra diğer proteinleri
fosforile eder. Sinyal aktarımı başka bir anlatımla ifade edilecek olursa:
Sinyal
---> G-proteine bağlı reseptör ---> G-protein aktivasyonu --->
Adenilat siklat aktivasyonu ---> ATP'nin cAMP'a dönüşümü ---> cAMP'ta başka bir proteinin fosforilasyonuyla ---> Sinyale uygun cevap oluşumu.
Hayvanlardaki
nörotransmitterler, büyüme faktörleri ve birçok hormon, sitozoldeki Ca+2
derişimini arttırarak hücrelerde değişim meydana getirirler. Sitozolik Ca+2
artması, hayvanlarda kas kasılımına, hücre bölünmesi ve belli bileşiklerin salınmasına neden olur.
Aktif salınımla sürekli hücre dışına yollanan Ca+2'nin (ya da ER'lere) kan ve
hücre dışındaki derişimi, sitozoldekine göre yaklaşık 10.000 kat daha fazladır.
Bundan dolayı sitozoldeki ufak bir değişiklik, bir çok metabolik yolun
tetikleyicisi olabilir. ER'den Ca+2 salınımı sağlayan yolda, diaçilgliserol
(DAG) ve İnositol trifosfat (IP3 ) görev alır. Ca+2 iyonları, sinyal
aktarımında bir proteini doğrudan aktive etmekle birlikte bazen de kalmodilin
adı verilen Ca+2 bağlayıcı bir proteinle işlev gösterir. Ca+2’nin kalmodiline
bağlanması onda konformasyonel değişiklik oluşturur. Kalmodilinle çalışan
sinyal proteinleri genelde protein kinazlar ve fosfatazlardır.
Sinyallere Verilen Yanıtlar
Çok
hücreli organizmaların bütün hücreleri, aynı zigottan mitozla oluştuğundan genomları aynıdır. Fakat farklı dokulardaki farklı genlerin aktivasyonu söz konusu
olduğu için, sonuçta farklı ürün ve işlevler ortaya çıkar. Aynı şekilde sinyal
iletim yolundaki protein setlerinin farklı olması da farklı protein ve enzim
üretimiyle sonuçlanacaktır. Sinyal iletim yollarındaki bazı ortak proteinlerin
olması, hücre ekonomisine katkı sağlar. Bir sinyal molekülü, farklı hücrelerde
farklı hücresel cevap oluşumunu sağlayabilir. Örneğin, Epinefrin hormonu karaciğerde
glikojeni glikoz-1-fosfata hidrolizini tetiklerken aynı hormon kalp dokusunun
daha hızlı çalışmasını sağlar. Bu da yukarıda izah edildiği gibi sinyal iletim
yolundaki protein setlerinin farklı oluşundandır.
Hücreler, alınan sinyallere hücre metabolizmasının düzenlenmesini ya da çekirdekte
transkripsiyon yapılması şeklinde cevap oluştururlar.
Bir
sinyal molekülüyle çokça substratın metabolize edilmesi harikadır. Sinyal
iletim yolundaki her protein kendinden sonraki basamağı aktive ederken birden
fazla proteini fosforillemek suretiyle daha çok proteinin aktivasyonu ve
sonuçta daha fazla substrata ulaşımıdır.(Fosforilasyon şelalesi)
Sinyal
aktarım yolu proteinlerinin sitozoldaki hareketi ve oranizasyonunda, iskelet
proteinleri ve mikroflamentler görev alır. Aktarım yolundaki protein eksikliği
çeşitli aksaklıklara neden olabilir. Örneğin; WAS proteini eksikliğinde anormal
kanama, egzama, enfeksiyonlar ve lösemi gibi aksamalar olabilmektedir.
Sinyal
aktarım yolunun inaktivasyonu (durdurulabilmesi) proteinlerin inaktif hale
döndürülmesiyle sağlanır. Bunun için GTPaz, fosfodiesteraz ve protein fosfataz
gibi enzimler proteinleri inaktive eder.
Gelecek yayınlarımızda görüşmek üzere! Esen kalın
Gelecek yayınlarımızda görüşmek üzere! Esen kalın
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder